Politika – Medya – Gündem

  • Archives

    January 2013
    M T W T F S S
     123456
    78910111213
    14151617181920
    21222324252627
    28293031  
  • Info

  • Blogs I Follow

  • Archives

  • Categories

  • Top Clicks

    • None
  • Uncategorized
  • Twitter Updates

Archive for January, 2013

İkinci Obama Dönemi, Akıllı Güç ve Başkanın Adamları

Posted by Nur Ozkan on January 29, 2013

Nur Özkan Erbay 25/01/2013

USASABAH

2016’ya uzanan ikinci Obama dönemi resmen başladı. Hafta sonu Beyaz Saray’da aile arasında gerçekleştirilen yemin töreninin ardından Obama ikinci kez; bu kez Pazartesi günü yaklaşık yedi yüz bin Amerikalının katıldığı törende yeminini etti.

Dört yıl önce tarihinin ilk Afro-Amerikan başkanını seçen 2 milyon Amerikalı aynı tören için başkente akın etmişti. Bush’un seçimleri kaybettiği ve Obama’nın zaferini ilan ettiği seçim günün akşamı soluğu Beyaz Saray’ın önünde alan genç Amerikalılar Beatles’ın ünlü “Hey Jude” şarkısı eşliğinde Bush’a büyük bir zevkle “güle güle” diyordu.

2009’da “Değişim” mesajı ile iş başına gelen Obama 2012’de ise bu kez “İşler bitmedi, Yola Devam, İleri” diyordu. Kasım seçimlerinde, Amerika’nin son iki yüzyıllık tarihinde ard arda iki dönem seçilebilen dört başkandan biri olma ünvanını kazandı. Obama’nın ilk dört yılında neyi ne kadar değiştirdiği ya da değiştirmediği ayrı bir soru işareti olarak bir yanda dururken şimdi ikinci dönemde ABD’yi nasıl bir yöne doğru “ilerleteceği” ve bunda başarılı olup olamayacağı ise merak konusu.

Mütevazi biir demokrasi şöleninden ziyade, İmparatorlukların  tahta çıkış, taç giyme, kılıç kuşanma törenlerini anımsatan gösterişli yemin töreninde yaptığı konuşmada her zamanki gibi retoriği iyi kullanan Obama’nın önümüzdeki dönemde özellikle iç politikada yarım kalan işleri ne ölçüde gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini şimdiden kestirmek güç.

Yemin töreni konuşmasında yer alan ifadelerine baktığımızda; demokrasi, adalet, eşitlik, orta sınıfın güçlendirilmesi idealleri ile bezenmiş konuşmasında Obama, spesifik olarak bir politikaya ya da hedefe işaret etmezken genel anlamda ordunun gücü ve hukukun üstünlüğü vasıtasıyla Amerikan değerlerini yukarılarda tutmaya ve Amerikalıları savunmaya devam edeceği yolunda genel geçer vaadlerde bulundu.

Akıllı Güç’te İkinci Perde  

Öte yandan Obama’nın konuşmasında özellikle yeni dönem ABD dış politikasında izlenmesi muhtemel stratejiye ışık tutabilecek işaretlerin olduğunu söyleyebiliriz.  Zira bu noktalar bugüne kadar Obama’nın ABD dış politikasında çizmeye çalıştığı çerçeve ve yürüttüğü politikalarla paralellik arz ediyor.

Obama’nın  ifadelerine bakıldığında;  “güvenlik ve kalıcı barış için illa ki sürekli bir savaş içerisinde olmak gerekmediği, ABD’nin diğer ülkelerle farklılıklarını ve sorunlarını barışçıl yollarla çözme yönünde cesaret göstereceği, diyaloğun kuşku ve korkuları kalıcı bir şekilde ortadan kaldıracağına inandığı” yolundaki noktalar ön plana çıkıyor.

Diğer yandan, Obama bir taraftan ABD’nin dünyanın her yerinde ”güçlü ittifakların dayanak noktası” kalmaya devam edeceğini belirtirken bir taraftan da dış politikada karşılaşılan krizlerin idaresine yönelik kapasitelerini artıracağını ve bunun için de mevcut ittifaklıklarına yönelik kurumları güçlendireceğini kaydediyor.

Obama 20 dakikalık konuşmasında hiçbir şekide “terör” kelimesini kullanmıyor. Son olarak belki de en çarpıcı olanı ise ”Asya’dan Afrika’ya, Amerika’dan Ortadoğu’ya demokrasiyi destekleyeceğiz.  Çünkü çıkarlarımız ve vicdanımız özgürlük arzulayanlar için hareket etmeye bizi zorluyor ve biz yoksullara, hastalara, dışlanmış kesimlere, ön yargıların kurbanı olanlara umudun kaynağı olmalıyız” cümlesi.

Gerek bu ifadeleri alt alta koyduğumuzda gerekse ilk dört yılda geride bırakılan politikalarına baktığımızda İkinci Obama döneminde ilk döneme paralel olarak “Smart Power” “Akıllı Güç” paradigmasının yine bu dönemde dış politikanın merkezinde olacağını öngörebiliriz.

Bu noktada “Akıllı Güç” paradigmasının ABD dış politika tarihindeki izdüşümlerine ve bu paradigmanın süreçteki evrimine dair hafızaları tazelemekte yarar var. Amerika’nın diplomasi, ekonomi, askeri, politik, hukuki ve kültürel alanlardaki tüm gücünün dış politika potasında birleşimi anlamına gelen bu kavram 1900’lerde Roosevelt’in “Yumuşak konuş ama büyük sopa taşı” cümlesi ile özetlenirken 1960’lara gelindiğinde ise “Akıllı Güç”ün yan kolu olan diplomasideki “Yumuşak güç” Sovyet Bloğunun yıkılması hedefinde kullanılan en önemli araçtı.

1990’lara gelindiğinde Soğuk Savaşın bitirilmesindeki başarı da yine askeri ve diplomatik gücün ortak bir ürünü olan “Akıllı Güç”e atfedildi.

“Akıllı Güç” stratejisi 2009’a gelindiğinde, ikinci Bush döneminde ABD’nin dış politikada daha çok ‘hard power’ yani askeri güce yönelmesi ve bunun uzun vadede beraberinde getirdiği büyük zararların tazmin edilmesine yönelik yeni başkan Obama ve dışişleri bakanı Clinton’un önüne bir can simidi olarak konuldu. Washington’da önde gelen demokrat, liberal, multileteralist (çok ulusluculuk), realist  dış politika uzman ve  bürokratları çiçeği burnunda başkan Obama’nın dış politikada  5 ana kritik alana odaklanması telkininde bulundu. Zira bu noktalar dış politikada “Akıllı Güç”ün mihenk taşlarını oluşturacaktı; İttifaklar, Küresel Kalkınma, Kamu Diplomasisi, Ekonomik Entegrasyon, Teknoloji ve İnovasyon.

Yıllar içinde evrilen bu doktrine göre Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların da desteği ile çok taraflı, çok uluslu ittifaklar öncelenecekti. Obama tarafından kabul gören bu doktrinin baş uygulayıcısı da Hillary Clinton oldu.  Clinton 4 sene önce bugünlerde bakanlığının onayı için yapılan Senato oturumunda da ABD’nin “Akıllı Güç”ü dış politikasının temel doktrinlerinden biri olarak benimseyeceğini ilan etti.

2010 ve 2011 yılına gelindiğinde süregelen Irak, Afganistan savaşlarının yükünü hafifetmeye çalışan Obama yönetimi bir taraftan da başta İran olmak üzere sorunu alanlarda “Akıllı Güç” doktrinini uygulamaya devam etti. Özellikle Arap Halk Ayaklanmaları ile gelişen süreçte yine bu doktrinin prensibi gereğince uluslararası ittifakları daha fazla önceleyen ve daha az tek taraflı insiyatif alan bir yol izledi.

2012’ye gelindiğinde ise ABD;  Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da belki de kendisine artık pek de tanıdık gelmeyen çehresi, Çin’in Asya’da önü alınmaz bir şekilde artan etkisi, İran’la kör topal sürdürülmeye çalışılan diplomasi, Rusya ile neredeyse her konuda sürekli inip çıkan tansiyon, İsrail’in bölgesinde ve uluslarası alanda sürekli başına bela olan politikaları, Avrupa’nın ve ABD’nin kendi içinde bulunduğu ekonomik krizle baş başa kaldı.

Şimdi yeni bir yıla ve yeni bir döneme giren Obama yönetimini önüne tıpkı 2009’da olduğu gibi yeni politika önerileri, raporlar, stratejiler getiriliyor. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Atlantik Konseyi ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR)’in raporlarına  bu anlamda göz atmakta fayda var. Her iki raporda Obama’ya, ABD’nin küresel çıkarlarının çok taraflı ortaklıklar üzerinden korunmaya devam edilmesi telkinin de bulunuyor. Liberal eğilimli CFR bunu “Amerika’nın liberal değerleri ve ilerici ideallerinin dünyaya yansıtılmaya devam edilmesi için çok taraflı küresel düzeninin inşaası ” olarak tanımlıyor. CFR politika önerilerinde ayrıca “dünyanın farklı yerlerinde  gelişmekte olan demokrasilere destek verilmesi ve özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da daha aktif bir rol oynanması gerektiği” vurgulanıyor.  ABD dış politikası için daha çok realist politikaların benimsendiği Atlantik Konseyi’nin raporunda ise “ekonomi ve güvenlik alanlarında NATO, Transatlantik İttifakı, Avrupa Birliği başta olmak üzere devlet ve devlet dışındaki insiyatiflerle ikili ve çoklu ittifakların sürdürülmesi gerekliliği”nin altı çizilirken yine Orta Doğu’da daha aktif bir rol oynanması gerektiği noktası tekrarlanıyor.

Atlantik Konseyi raporunun yazarlarından biri Obama’nın Savunma Bakan adayı aslen ılımlı bir Cumhuriyetçi ve Trans-Atlantik İttifakının savunucularından olan Chuck Hagel. Diğer yandan  Dışişleri Bakanlığı kesinleşen John Kerry de multileteralist bir liberal demokrat.

ABD dış politikasında önümüzdeki 4 senelik dönemde adını Başkandan sonra en fazla duyacağımız bu iki isim de “Akıllı Güç”doktrininin diplomatik  ve askeri ayağındaki mühendisleri olacak. Geldikleri siyasi ekoller itibariyle bu doktrine uygunluğu açıkca görülen Kerry ve Hagel’ın Clinton, Gates ve Panetta üçlüsünden ne derece farklı bir performans sergileyeceğini de zaman içinde göreceğiz.

Posted in Uncategorized | Leave a Comment »

Türk-Amerikan ilişkilerinde masada neler var?

Posted by Nur Ozkan on January 16, 2013

 

Nur Özkan Erbay -1/16/2013-Washington

USASABAH

ABD Başkanı Obama ikinci dört yıllık görev süresine birkaç gün sonra resmen başlamış olacak. Dış politikada hayli yoğun bir gündeme girecek olan ABD yönetimini özellikle Türk-Amerikan ilişkileri ve bölgesel konular bağlamında da yoğun bir temas ve istişare trafiği bekliyor.

Zira  Türkiye-ABD ilişkilerindeki gündemin  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın henüz kesin tarihi belli olmayan ancak  kısa bir süre sonra Washington’a yapması muhtemel ziyaret ile daha da hareketlenmesi bekleniyor.  Obama’nın Başkanlık yemin töreninin ardından gerçekleşmesi beklenen ziyarette iki lider arasında yapılacak görüşmelerde ön plana çıkabilecek önemli  başlıklara ve iki ülkenin bu konularda durduğu pozisyonlara ilişkin kısa bir ufuk turu yapmakta fayda var.

Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre halihazırda iki ülke arasında ağırlıklı olarak mesai harcanan konular; Suriye,  Patriotların konuşlandırılması, İran, Irak, Güny Asya, Balkanlar ve Arap baharı bağlamında tüm Orta Doğu. Bunların yanında enerji konuları her zamanki gibi ikili görüşmelerde önemki yer tutuyor. Öte yandan Türkiye ve ABD üç ülkede yakın zaman içerisinde gerçekleştirelecek seçimleri yakından takip ediyor. Bu ülkeler İsrail, Ermenistan ve Güney Kıbrıs olarak sıralanıyor.

Obama yönetiminin dış politikadaki ana gündem maddesinin Suriye olduğunu belirten diplomatik kaynaklar, Amerikan yönetiminin bundan sonraki dönemde bu konuda daha net politikalar ortaya koyabileceğini tahmin ediyor.  Bunun yanında, ABD’li uzmanların Esed rejiminin 6 ay içerisinde sonunun geleceğini öngörüsünde bulunduğuna  işaret eden kaynaklar, Esed rejiminin ülke genelinde kontrolü büyük ölçüde kaybettiğine dikkat çekiyor.  Diğer yandan ABD’nin Nusra Cephesini terör örgütü listesine almasındaki zamanlama konusunda Türkiye’nin aynı değerlendirmeyi paylaşmadığını belirten kaynaklar, Nusra’dan ziyade Esed’in halkına yaptığı zulüm ve ülkesini savaşa sürüklediği gerçeğinin odak noktası olarak alınması gerektiğini vurguluyor.

Öte yandan, Türkiye-ABD ilişkilerinin Obama’nın ilk dört yılına tekamül eden son 4 yılına bakıldığında ortak çıkarlar zemininde sürekli iyiye giden bir ivme kaydettiğini belirtilirken Türkiye’nin özellikle Hagel ve Kerry’nin savunma ve dışişleri bakanlıklarına adaylıklarına oldukça olumlu baktığını ifade ediliyor. Bunda da her iki adayın da Türkiye’yi ve bölgeyi uzun yıllardır yakinen tanıyan ve bilen tecrübeli siyasetçiler olmalarının etkili olduğu kaydediliyor.

Diğer bir önemli konu  İran. Türkiye ve ABD’nin İran konusunda aynı sayfada yer aldığı biliniyor. Yine bu konuda Türkiye’nin her zaman siyasi çözümden yana tavır aldığını ve askeri bir çözümü mümkün görmediğini ifade eden diplomatik kaynaklara göre ABD de siyasi çözümün sağlanması konusunda Türkiye ile  aynı görüşleri paylaşıyor.

Irak konusuna gelindiğinde ise Türkiye ve ABD’nin bakış açıları ülkenin refahı, ulusal güvenliği ve istikrarının sağlanması hedefi doğrultusunda farklılık göstermiyor. Özellikle son dönemde Kuzey Irak’tan Türkiye’ye petrol ihracatı konusunda ABD yönetiminden “Bağdat yönetiminden bağımsız hareket edilmesin” minvalinde mesajlar gelmişti. Diplomatik kaynaklar bu konuda ABD ve Türkiye arasında yer yer değerlendirme farklılıkları olsa da gerek Irak gerekse bölge dengelerinin korunması doğrultusunda aynı hedeflere doğru haraket ettiğini belirtiyor.

ABD’nin Türkiye ile ilgili gündeminde halihazırda önemli bir yer tutan ve önümüzeki dönemdeki görüşmelerde en üst sıralarda yer alacak konu Türkiye-İsrail ilişkilerinin akıbeti.  Türkiye ve İsrail’in bir normalleşme sürecine girebilmesi için Türkiye’nin kapıyı her zaman açık tuttuğu ancak şartlarından asla taviz vermediğini ve bu konuda zik zak çizmediğini kaydeden diplomatik kaynaklar, normalleşme süreci doğrultusunda zaman zaman görüşmelerde bulunulduğu, bu görüşmelerin yine geçerli olabileceğini aktarıyor. Açık kapı bırakılırken, Türkiye’nin ortaya koyduğu şartların da geçerliliğini koruduğu vurgulanırken bugüne kadarki süreçte Türkiye’nin taleplerinin yerine getirilmesinde İsrail tarafında siyasi irade eksikliğinin başgösterdiği, ülkedeki seçimler sonrasında bu iradenin ortaya konulup konulmayacağının görüleceğini belirtiliyor.

Türkiye-ABD gündemindeki bir diğer önemli konu ise İmralı ile yürütülen müzakere ve terörle mücadele süreci. Özellikle son dönemde Türkiye’nin terörün sona erdirilmesi yolunda İmralı ile başlattığı görüşme sürecinin ABD yönetimi tarafından yakından izlendiği  biliniyor. Washington bu konuda süreci desteklediğini belirten bir dizi açıklama da yaptı.

Yine diplomatik kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, ABD sürece desteğini teyid ederken iki ülke aynı zamanda terörle mücadele konusundaki mutabakatını da sürdüyor. Kaynaklar terörle mücadele konusunda ABD’nin Türkiye’ye önümüzdeki dönemdeki desteğinin artırmasının beklendiğini ifade ediyor.

Sonuç olarak, ABD’de ikinci Obama dönemine girilirken Türkiye-ABD ilişkilerini de her zamanki gibi yoğun  bir gündem bekliyor. Bir yandan Suriye’de Esed’in sonuna yaklaştığına ilişkin öngörüler ağırlık kazanırken bunun başta Türkiye, İran, Irak ve tüm bölgeye yansımaları Türk-Amerikan ilişkilerinin önümüzdeki dönemdeki birinci gündem maddesini oluşturacak görünüyor.

Yeni dönemde ABD ve Türkiye, küresel ve bölgesel ölçekteki politikalarının devamlılığı bakımından yoğun bir mesai harcayak. Bu anlamda ABD ve Türkiye’nin Irak ile ilişkileri ve bu ülkedeki çıkarları,  Arap Baharı sonrası şekillenen Orta Doğu-Kuzey Afrika coğrafyasında her iki ülkenin rolü, İran ile ilişkilerde diplomasinin kalıcılığı, İsrail’in yeni Orta Doğu politiği bağlamında Türkiye ve ABD dış poltikasındaki yeri, Rusya ile ilişkiler, Orta Asya, Kafkaslar ve enerji koridoru gibi ana başlıklar ortak gündemin üst sıralarında olmaya devam edecek.

http://www.usasabah.com/Yazarlar/nur_ozkan/2013/01/16/turkamerikan-iliskilerinde-yogun-bir-gundeme-giriliyor

Posted in Uncategorized | Leave a Comment »

Obama Hagel ile neyin mesajını veriyor?

Posted by Nur Ozkan on January 9, 2013

Nur Özkan Erbay – 01/09/2013 – Washington,DC

Yılın ilk günlerinde Mali Uçurum krizini atlatıp rahat bir nefes alan Beyaz Saray ve Başkan Obama ikinci dört yıl için kabinede planladığı revizyona ilişkin gündemine döndü. Geçtiğimiz hafta Susan Rice’dan sonra Dışişleri Bakanlığındaki ikinci tercihi olan senatör John Kerry’inin adaylığını resmen ilan eden Obama  bu hafta başında da eski senatör Chuck Hagel’in Savunma Bakanlığına aday gösterdi.

Senato’dan onay çıkması halinde, Obama kabinesinin Cumhuriyetçi bakanı ve ilk Vietnam Gazisi Savunma Bakanı olarak taltiflenecek Hagel’ın ısrarla tercih edilmesinin ardında yatan sebepler neler? Obama yönetimi ikinci dönemde savunma ve dış politika alanında yeni bir yol haritası mı izleyecek? Hagel aynı zamanda İsrail’e verilen bir mesaj mı? Yeni dönemde bu seçimin Türkiye ile ilişkilere etkisi neler olur?

Bu soruların cevaplarından önce bügüne kadarki sürece ve Hagel’ın profiline mercek tutmakta fayda var. Obama’nın Dışişleri Bakanlığında tercihini kuvvetle muhtemel Susan Rice ya da John Kerry’den yapacağı uzun zamandır biliniyordu. Chuck Hagel’in Savunma Bakanlığı adaylığı sürpriz olmamakla birlikte karşısına Dışişleri bakanlığında olduğu gibi ikinci bir ismin çıkmaması ise hayli dikkat çekici oldu. Şimdilerde Obama’nın Hagel konusundaki kararına ilişkin Washington’daki tartışmalar tüm hızıyla sürüyor. Bu tartışmaların ortasındaki en büyük ironi ise muhalefetteki Cumhuriyetçilerin aslında demokrat partiden olan Kerry’nin dışişleri bakanlığına istinasız bir destek verirken kendi partilerinden olan Hagel’in savunma bakanlığına karşı çıkıyor olmaları.

Obama’nın bu iki ismin adaylığını resmen ilan etmesinin ardından şimdi her iki aday, Senato’da düzenlenecek oturumlarda Demokrat ve Cumhuriyetçi partili senatörlerin görev alanları ve bugüne kadarki deneyimleri ile ilgili sorularını yanıtlayacak. John Kerry’inin senatodaki onay sürecinden çok büyük bir aksilik ve son dakika skandalı olmaz ise rahatlıkla geçeceğini söylemek mümkün ancak aynı şeyi Hagel için söylemek kolay değil. Zira, Washington’da Hagel ismi üzerinde süren itilaf  henüz resmi olarak adaylığı açıklanmadan haftalar önce başladı ve halen tüm hızıyla sürüyor. Özellikle John McCain, Lindsay Graham gibi savunma lobilerine yakın Cumhuriyetçi kanadın önemli isimlerin yanı sıra Kongre’de İsrail lobisine yakınlığı ile bilinen Demokrat ve Cumhuriyetçi üyelerin neredeyse tamamı Hagel ismine onay vermiyor. Diğer yandan ABD’deki Yahudi cemaati ve İsrail lobisinin de bu konuda yoğun ve açık  olarak  anti-Hagel kampanyasını sürdürdüğü gözleniyor.

Öte yandan Hagel Obama yönetiminin tamamından, dış politika yapıcıları, eski büyükelçiler, dış işleri bakanları ve düşünce kuruluşları çevrelerinden ise büyük destek görüyor.  Kendisi bir Vietnam gazisi olan Hagel bu çevreler nezdinde “Vatanperver”,  iki dönem Cumhuriyetçi partiden senatörlük yapmış  bir siyasetçi olarak “deneyimli bir politikacı”, ABD Dış Politikasında realist akımı temsil eden ve önde gelen isimleri barındıran Atlantik Konseyi’nin Başkanı olarak da “dış politika ve savunma alanlarında uzman” bir profil olarak görülüyor.

ABD’de dış politika ve savunma alanında realist akımın günümüzdeki bayrak taşıyıcılarından olan Hagel’ın bu ekolün temel doktrini olan “ABD’nin ali çıkarları herşeyden önemlidir” şiari ile parti ve siyaset üstü bir “devlet adamlığı” vasfina sahip olduğu görüşü Washington’da sıklıkla dillendiriliyor. Hagel bu anlamda Başkan Obama’nın dış politika ve savunma alanındaki poltikalarının devamlılığının garantörü olabilecek, Kongre ve savunma çevrelerinde her iki tarafı da iyi tanıyan ve buralarda dengeyi sağlayabilme gücüne sahip bir isim olarak ön plana çıkıyor.

Bu nedenle ki Obama ile kişisel ilişkileri de hayli iyi olan Hagel aynı zamanda Obama’nın Ulusal İstihbarat konseyi’nin Eş başkanlığı görevini de sürdürüyordu.  Hagel bu konuda ilk örnek değil. Zira, Cumhuriyetçi Başkanların ekiplerinde yer almış ancak bugün Başkan Obama’ya danışmanlık veren ve hatta Ulusal Güvenlik Konseyinde de görev alan emekli generaller Brent Scowcroft, Jim Jones’un yanı sıra Zbigniew Brzezinski’nin de aralarında bulunduğu realist çizginin önde gelen isimlerinin Hagel’in adaylığına destek veriyor olmaları bu açıdan bakıldığında hiç de sürpriz sayılmaz.

Hagel klasik bir Cumhuriyetçi değil

Önceki Başkan Bush döneminde açılan Irak ve Afganistan savaşlarına sıkılıkla eleştiriler getiren Hagel, Obama yönetiminin iki ülkeden geri çekilme politikasına da açıktan desteğini belli etmişti. Hamas ve Hizbullah ile görüşülmesi taraftarı olan Hagel İran ile girilecek bir savaşa keskin bir dille karşı çıkarken  her mecrada İran ile diplomasinin sürdürülmesi gerektiğini savunuyor. Hamas ve Hizbullah’ın “terörist örgüt ” olarak ilan edilmesine karşı çıkan Hagel,  yine 2007 yılında halen Senatör iken İran Devrim Muhafızları ordusunu “terörist” ilan eden bir tasarıya karşı çıkan iki senatörden biri olarak biliniyor. Hagel’ın adaylık sürecinde başını en fazla ağrıtan konu ise İsrail. İsrail lobisinin Washington’daki etkisine ciddi eleştiriler getiren Hagel belki de bu konuda fikirlerini açıktan söyleyebilen nadir isimlerden biri. Bazılarına göre “Ben İsrail’in değil, ABD’nin Senatörüyüm” diyecek kadar da “ileri” giden Hagel bu görüşleri ile  dış politikada klasik Cumhuriyetçi ve muhafazakar ekolden ayrılıyor.

Obama ikinci döndemde Hagel ile neyi planlıyor?

Önümüzdeki 10 yıllık dönem için savunma bütçesinde ciddi kesintilere gidileceğini uzun süre önce açıklayan Obama’nın özellikle bu konudaki hedeflerini gerçekleştirebilmesinde Hagel adeta biçilmiş kaftan olarak görülüyor. Hagel’ın bu anlamda Kongre ve kamouyunun ikna edilmesi, Savunma Sanayii ve yönetim arasında sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilmesinin yanında  Afganistan’dan geri çekilme süreci ve ABD’nin Asya Pasifiğe odaklı yeni savunma stratejisinin hayata geçirilmesi konularında son derece verimli çalışabileceği düşünülüyor. Bunun yanında Hagel’in özellikle İran bağlamında diyalogdan yana tavrı, Obama’nın İran ile preemptive bir savaşa girmeyi reddeden politikası ile paralellik arz ediyor.

İsrail’e mesaj mı?

Hagel’ın Obama kabinesinde bulunmaya başlamasından itibaren başının en fazla ağrıyacağı konunun İsrail olacağı düşünülse de nihayetinde yönetimin politikalarını uygulamakla mükellef bir bürokratın sınırlarını aşmayacağını tahmin etmek zor değil. Bunun yanında Hagel’in israil’e yönelik geçmişte sarf ettiği sözler  sonrasında sık sık anti-semitik olmadığı yönünde savunmaya düşmüş olması da Bakan olması halinde eskisi gibi rahat konuş-a-mayacağının bir ön göstergesi sayılabilir.

Halihazırda İsrail-ABD ilişkileri, Obama-Netanyahu arasındaki düşük yoğunluklu krizin gölgesinde “sarsılmaz ilişki” paradigması doğrultusunda ilerliyor ve İsrail her yıl ABD’den 3 milyar dolar askeri yardım almaya devam ediyor.

Şu an için bu tablonun Hagel ve Kerry’inin gelmesi ile tümden değişeceğini beklemek ne kadar beyhude ise ABD’nin bu bağlamdaki dış politikasında kökten bir değişimin öngörüldüğünü söylemek de o kadar zor. Her ne kadar İsrail hükümeti ve Washington’daki lobi Hagel isminden nem kapsa da Obama’nın Hagel ile İsrail’e aba altından sopa gösterdiğini söylemek için henüz çok erken.

Hagel Türkiye’yi, Türkiye Hagel’i tanıyor?

Hagel’in Türkiye ile yürütülen ilişkilerde ise  yukarıda sıraladığımız tüm bu özellikleri ön plana çıkacaktır. Gerek senatörlüğü döneminde gerekse Atlantik Konseyi Başkanı sıfatıyla  Türkiye’yi ABD’de en iyi tanıyan ve Türkiye ile iletişim kanalları belki de en gelişmiş Amerikan siyasi figürlerinden olan Hagel’ın Türkiye ile ilişkilerde olumlu etkilerinin olacağını söylemek ise mümkün. Öte yandan ABD yönetiminin neredeyse en önemli bakanlığının başına geçecek olan Hagel’in Beyaz Saray’ın savunma ve dış politikadaki politika tercihlerinden bağımsız olarak hareket etmesinin  sözkonusu olamayacağının altını bir kez daha çizmekte fayda var.

Geçmişte yaşanan örnekler; Türkiye’ye silah, teçhizat ve askeri uçak-helkopterler satışları vs. alanlarında Beyaz Saray’ın Kongre dengelerini gözetmesi gerektiği sorunlu durumlar hasıl olduğunda  Hagel’in Beyaz Saray’dan bağımsız hareket edebileceğini de düşünmek mümkün olmadığı kadar Kongre nezdinde Türkiye lehine çok etkili de olabilir.

Özet olarak Türkiye’yi yakından tanıyan ve ABD siyasetinde Türkiye’nin önemini en iyi kavramış siyasi figürlerin belki de en önemlilerinden biri olan Hagel’ın Savunma Bakanlığı’na getirilmesi birçok açıdan Türkiye için avantajlı okunabilecek bir sonuç olma potansiyeline sahip. Önümüzdeki dönemde, Obama yönetiminin prensipte dış politika ve savunma işbirliği alanında Türkiye’ye verdiği önemin uygulamada da görülebilmesinde Chuck Hagel en önemli aktörlerden biri olacaktır.

Posted in Uncategorized | Leave a Comment »