Politika – Medya – Gündem

  • Archives

    January 2013
    M T W T F S S
     123456
    78910111213
    14151617181920
    21222324252627
    28293031  
  • Info

  • Blogs I Follow

  • Archives

  • Categories

  • Top Clicks

    • None
  • Uncategorized
  • Twitter Updates

İkinci Obama Dönemi, Akıllı Güç ve Başkanın Adamları

Posted by Nur Ozkan on January 29, 2013

Nur Özkan Erbay 25/01/2013

USASABAH

2016’ya uzanan ikinci Obama dönemi resmen başladı. Hafta sonu Beyaz Saray’da aile arasında gerçekleştirilen yemin töreninin ardından Obama ikinci kez; bu kez Pazartesi günü yaklaşık yedi yüz bin Amerikalının katıldığı törende yeminini etti.

Dört yıl önce tarihinin ilk Afro-Amerikan başkanını seçen 2 milyon Amerikalı aynı tören için başkente akın etmişti. Bush’un seçimleri kaybettiği ve Obama’nın zaferini ilan ettiği seçim günün akşamı soluğu Beyaz Saray’ın önünde alan genç Amerikalılar Beatles’ın ünlü “Hey Jude” şarkısı eşliğinde Bush’a büyük bir zevkle “güle güle” diyordu.

2009’da “Değişim” mesajı ile iş başına gelen Obama 2012’de ise bu kez “İşler bitmedi, Yola Devam, İleri” diyordu. Kasım seçimlerinde, Amerika’nin son iki yüzyıllık tarihinde ard arda iki dönem seçilebilen dört başkandan biri olma ünvanını kazandı. Obama’nın ilk dört yılında neyi ne kadar değiştirdiği ya da değiştirmediği ayrı bir soru işareti olarak bir yanda dururken şimdi ikinci dönemde ABD’yi nasıl bir yöne doğru “ilerleteceği” ve bunda başarılı olup olamayacağı ise merak konusu.

Mütevazi biir demokrasi şöleninden ziyade, İmparatorlukların  tahta çıkış, taç giyme, kılıç kuşanma törenlerini anımsatan gösterişli yemin töreninde yaptığı konuşmada her zamanki gibi retoriği iyi kullanan Obama’nın önümüzdeki dönemde özellikle iç politikada yarım kalan işleri ne ölçüde gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini şimdiden kestirmek güç.

Yemin töreni konuşmasında yer alan ifadelerine baktığımızda; demokrasi, adalet, eşitlik, orta sınıfın güçlendirilmesi idealleri ile bezenmiş konuşmasında Obama, spesifik olarak bir politikaya ya da hedefe işaret etmezken genel anlamda ordunun gücü ve hukukun üstünlüğü vasıtasıyla Amerikan değerlerini yukarılarda tutmaya ve Amerikalıları savunmaya devam edeceği yolunda genel geçer vaadlerde bulundu.

Akıllı Güç’te İkinci Perde  

Öte yandan Obama’nın konuşmasında özellikle yeni dönem ABD dış politikasında izlenmesi muhtemel stratejiye ışık tutabilecek işaretlerin olduğunu söyleyebiliriz.  Zira bu noktalar bugüne kadar Obama’nın ABD dış politikasında çizmeye çalıştığı çerçeve ve yürüttüğü politikalarla paralellik arz ediyor.

Obama’nın  ifadelerine bakıldığında;  “güvenlik ve kalıcı barış için illa ki sürekli bir savaş içerisinde olmak gerekmediği, ABD’nin diğer ülkelerle farklılıklarını ve sorunlarını barışçıl yollarla çözme yönünde cesaret göstereceği, diyaloğun kuşku ve korkuları kalıcı bir şekilde ortadan kaldıracağına inandığı” yolundaki noktalar ön plana çıkıyor.

Diğer yandan, Obama bir taraftan ABD’nin dünyanın her yerinde ”güçlü ittifakların dayanak noktası” kalmaya devam edeceğini belirtirken bir taraftan da dış politikada karşılaşılan krizlerin idaresine yönelik kapasitelerini artıracağını ve bunun için de mevcut ittifaklıklarına yönelik kurumları güçlendireceğini kaydediyor.

Obama 20 dakikalık konuşmasında hiçbir şekide “terör” kelimesini kullanmıyor. Son olarak belki de en çarpıcı olanı ise ”Asya’dan Afrika’ya, Amerika’dan Ortadoğu’ya demokrasiyi destekleyeceğiz.  Çünkü çıkarlarımız ve vicdanımız özgürlük arzulayanlar için hareket etmeye bizi zorluyor ve biz yoksullara, hastalara, dışlanmış kesimlere, ön yargıların kurbanı olanlara umudun kaynağı olmalıyız” cümlesi.

Gerek bu ifadeleri alt alta koyduğumuzda gerekse ilk dört yılda geride bırakılan politikalarına baktığımızda İkinci Obama döneminde ilk döneme paralel olarak “Smart Power” “Akıllı Güç” paradigmasının yine bu dönemde dış politikanın merkezinde olacağını öngörebiliriz.

Bu noktada “Akıllı Güç” paradigmasının ABD dış politika tarihindeki izdüşümlerine ve bu paradigmanın süreçteki evrimine dair hafızaları tazelemekte yarar var. Amerika’nın diplomasi, ekonomi, askeri, politik, hukuki ve kültürel alanlardaki tüm gücünün dış politika potasında birleşimi anlamına gelen bu kavram 1900’lerde Roosevelt’in “Yumuşak konuş ama büyük sopa taşı” cümlesi ile özetlenirken 1960’lara gelindiğinde ise “Akıllı Güç”ün yan kolu olan diplomasideki “Yumuşak güç” Sovyet Bloğunun yıkılması hedefinde kullanılan en önemli araçtı.

1990’lara gelindiğinde Soğuk Savaşın bitirilmesindeki başarı da yine askeri ve diplomatik gücün ortak bir ürünü olan “Akıllı Güç”e atfedildi.

“Akıllı Güç” stratejisi 2009’a gelindiğinde, ikinci Bush döneminde ABD’nin dış politikada daha çok ‘hard power’ yani askeri güce yönelmesi ve bunun uzun vadede beraberinde getirdiği büyük zararların tazmin edilmesine yönelik yeni başkan Obama ve dışişleri bakanı Clinton’un önüne bir can simidi olarak konuldu. Washington’da önde gelen demokrat, liberal, multileteralist (çok ulusluculuk), realist  dış politika uzman ve  bürokratları çiçeği burnunda başkan Obama’nın dış politikada  5 ana kritik alana odaklanması telkininde bulundu. Zira bu noktalar dış politikada “Akıllı Güç”ün mihenk taşlarını oluşturacaktı; İttifaklar, Küresel Kalkınma, Kamu Diplomasisi, Ekonomik Entegrasyon, Teknoloji ve İnovasyon.

Yıllar içinde evrilen bu doktrine göre Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların da desteği ile çok taraflı, çok uluslu ittifaklar öncelenecekti. Obama tarafından kabul gören bu doktrinin baş uygulayıcısı da Hillary Clinton oldu.  Clinton 4 sene önce bugünlerde bakanlığının onayı için yapılan Senato oturumunda da ABD’nin “Akıllı Güç”ü dış politikasının temel doktrinlerinden biri olarak benimseyeceğini ilan etti.

2010 ve 2011 yılına gelindiğinde süregelen Irak, Afganistan savaşlarının yükünü hafifetmeye çalışan Obama yönetimi bir taraftan da başta İran olmak üzere sorunu alanlarda “Akıllı Güç” doktrinini uygulamaya devam etti. Özellikle Arap Halk Ayaklanmaları ile gelişen süreçte yine bu doktrinin prensibi gereğince uluslararası ittifakları daha fazla önceleyen ve daha az tek taraflı insiyatif alan bir yol izledi.

2012’ye gelindiğinde ise ABD;  Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da belki de kendisine artık pek de tanıdık gelmeyen çehresi, Çin’in Asya’da önü alınmaz bir şekilde artan etkisi, İran’la kör topal sürdürülmeye çalışılan diplomasi, Rusya ile neredeyse her konuda sürekli inip çıkan tansiyon, İsrail’in bölgesinde ve uluslarası alanda sürekli başına bela olan politikaları, Avrupa’nın ve ABD’nin kendi içinde bulunduğu ekonomik krizle baş başa kaldı.

Şimdi yeni bir yıla ve yeni bir döneme giren Obama yönetimini önüne tıpkı 2009’da olduğu gibi yeni politika önerileri, raporlar, stratejiler getiriliyor. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Atlantik Konseyi ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR)’in raporlarına  bu anlamda göz atmakta fayda var. Her iki raporda Obama’ya, ABD’nin küresel çıkarlarının çok taraflı ortaklıklar üzerinden korunmaya devam edilmesi telkinin de bulunuyor. Liberal eğilimli CFR bunu “Amerika’nın liberal değerleri ve ilerici ideallerinin dünyaya yansıtılmaya devam edilmesi için çok taraflı küresel düzeninin inşaası ” olarak tanımlıyor. CFR politika önerilerinde ayrıca “dünyanın farklı yerlerinde  gelişmekte olan demokrasilere destek verilmesi ve özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da daha aktif bir rol oynanması gerektiği” vurgulanıyor.  ABD dış politikası için daha çok realist politikaların benimsendiği Atlantik Konseyi’nin raporunda ise “ekonomi ve güvenlik alanlarında NATO, Transatlantik İttifakı, Avrupa Birliği başta olmak üzere devlet ve devlet dışındaki insiyatiflerle ikili ve çoklu ittifakların sürdürülmesi gerekliliği”nin altı çizilirken yine Orta Doğu’da daha aktif bir rol oynanması gerektiği noktası tekrarlanıyor.

Atlantik Konseyi raporunun yazarlarından biri Obama’nın Savunma Bakan adayı aslen ılımlı bir Cumhuriyetçi ve Trans-Atlantik İttifakının savunucularından olan Chuck Hagel. Diğer yandan  Dışişleri Bakanlığı kesinleşen John Kerry de multileteralist bir liberal demokrat.

ABD dış politikasında önümüzdeki 4 senelik dönemde adını Başkandan sonra en fazla duyacağımız bu iki isim de “Akıllı Güç”doktrininin diplomatik  ve askeri ayağındaki mühendisleri olacak. Geldikleri siyasi ekoller itibariyle bu doktrine uygunluğu açıkca görülen Kerry ve Hagel’ın Clinton, Gates ve Panetta üçlüsünden ne derece farklı bir performans sergileyeceğini de zaman içinde göreceğiz.

Leave a comment